KÜLTÜR SANAT

Bir cebinde yavru kedi, diğerinde şiirler, anılar…

“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizesinin sahibi ünlü şair Özdemir Asaf’ın bugün ölüm yıl dönümü…

28 Ocak 1981’de aramızdan ayrılan ancak şiirleri günümüz gençliğine kadar ulaşmış olan usta şairi, oğlu Gün Arun anlattı.

Babanızın asıl ismi Halit Özdemir Arun. Peki, biz neden onu “Özdemir Asaf” olarak tanıyoruz?

Dedem Mehmet Asaf Bey 1930’da Soyadı Kanunu’ndan dört sene önce ölmüş. O sene yedi yaşındaki babam Galatasaray’a Asaf soyadı ile yani Özdemir Asaf olarak kaydedilmiş. Kanun çıkınca büyükannem çağırıldığı büroya gidip katalogdan kendine iyi huy ve niteliklere vurgu yapan “Arun” soyadını seçmiş. Daha sonra babam şiirlerini, örneğin Servet-İ Fünun’da yayımlamaya başladığında “Özden”, “Yaşaman” gibi adlar kullanmış. Daha sonra ise Oktay Akbal’ın, “Asaf”ı niye kullanmıyorsun demesiyle bu bildiğimiz soyadını kullanmaya başlamış.

ÖZDEMİR ASAF ŞİİRLERİ

Nasıl bir baba-oğul ilişkiniz vardı?

Birlikte az ama her zaman yoğun anlar yaşadık. Klasik aile tablosu olarak dile getirilecek bir yaşamımız pek olmadı. Üstelik ben ilkokul dahil hep yatılı okudum. Dolayısıyla babamla tekdüzelik yaşamadım hiç. Her birlikte olduğumuzda, herkese, yaşama olduğu gibi bana da saygılı, ilgili idi her zaman, düzgün adamdı, çok düzgün. Doğru, yalansız, saygılı, saygın… Bizlerle herhangi bir anı paylaşırken aklının başka tarafta olduğunu hissettiğimi hiç hatırlamıyor, bilmiyorum. Bizlerleydi. Anlatırken ilgili, özenli, dinlerken dikkatliydi. Sorularımıza her zaman dürüst ve bilgilendirici yanıtlar aldık.

“İLK KİTABIM, BABAMIN KANI BULAŞMIŞTI…”

Onunla ilgili belleğinizde yer eden en belirgin an hangisi?

Altı yaşındaydım. Akşamüzeri, ailece arabalı vapura binmiştik, eve dönüyorduk. Fatoş dergisi vardı o dönemlerde, eşi Basri, patron Apti Bey… O dergiyi istemiş, belki ısrar etmiş olmalıyım. Vapurun kalkmasına az var. Babam bir koşu indi, büfeye gidip istediğim dergiyi aldı. Bu arada vapur paletlerini çalıştırdı, babamı beklemeden arabaların üzerinden geçtikleri arka kapağı kaldırarak iskeleden uzaklaşmaya başladı. Eski dekatloncu, bisikletçi babam, bir elinde Fatoş dergisi, atlamış, yükselmekte olan kapağa asılmış, bir an hemen altında dönen paletli pervanenin üzerinde asılı kalmış, sonra kendini çekip vapura atlamış. Benim dikkatimi başka tarafa çekmiş olmalılar, görmedim bu olayı, sonradan anlattılar. Babamın vapura doğru koşmakta olduğu gözlerimin önünde, sonrasını nedense görmedim… Babam yanımda belirdi, vapur ilerliyor, anneciğim kimbilir ne hallerde, babamın bana uzattığı, elinden akan kanın üzerine bulaştığı Fatoş Dergisi… İlk kitabım… Kitap… Benim kitabım. Kanlar içerisinde… Bugün gibi hatırlıyorum. O anlamlı, öykülü kitabı saklamamış, belki saklayıp sonra unutmuştum ama yaşam boyu arada bir aklıma gelir durur. Ama onu elime alıp defalarca okuduğumu, üzerinde gezindiğimi çok iyi hatırlıyorum. İlk kitabım o benim… Çılgın kahraman, kitap tutkunu babamın hediyesi…

“DUYGUSAL DEĞİL, DUYGU DOLUYDU”

Şair bir babanın diğer babalardan farkı neydi? Daha mı duygusaldı? Daha mı karmaşıktı ruh dünyası?

Bana öyle geliyor ki, babam “şair olduğu için farklı” değildi. Farklı olduğu için öylesine şiirler, epigramlar, yazılar yazmış olduğunu ve alışılmadık bir baba olduğunu söyleyebilirim herhalde. Duygusal yerine duygu dolu, düşünceli, anlamlı demek daha doğru olacak. Şimdi geriye baktığımda karmaşık değil, dolu ve zengin bir ruh, düşünceyle beslenen, açık görüşlü, bilge bir adam görüyorum. Tabii ki başarısızlıkları, kırgınlıkları, üzüntüleri de vardı mutlaka.

“CEBİNDE BİR GÜN YAVRU KEDİYLE GELDİ”

Şiirlerini nerede, ne zaman yazardı? Size okutur muydu?

“Babaaaa…” diye koşar, atlardık kollarına babam eve geldiğinde. Üzerine biraz tırmanır, o günkü heyecanlarımızı anlatır, endişe ve sorularımızı iletirdik. Konuşurduk… Dinlerdik… Kısa belki ama genellikle yoğun, her zaman karşılıklı sevgi ve saygıyla içten sohbetler… Sonrasında babam ceplerinden birine elini daldırır, bizler için getirdiği fındıkları, fıstıkları çıkarırdı. Kimi zaman 2-3 simit… Bir gün, yavru bir kedi… Onların aralarında ya da başka bir cepte; peçeteler, kâğıtlar, şiirler, belki bir iki tercüme, düşünceler, an ve anılar…

Ceplerinde her zaman bir, birkaç kâğıt bulunurdu diye hatırlıyorum; düşüncelerin, gözlemlerin, yorumların izleri… Daha sonra onların üzerlerinde çalışır, o çalışmalarda başka kâğıtlar da doluverirdi kimi zaman. O çalışmaların hep bir ucunu gördüğümüzü düşünüyorum. Başı ya da sonunu… Genellikle gece ve sakin zaman ve ortamlarda çalışırdı. Biz okumazdık o yazıları, kendisi uygun gördüğünde annemle paylaşırdı. O unutamayacağım güzellikteki sohbetlerine dalarlardı kimi zaman… Biz sadece hazır olduklarında, genellikle kitaplar çıktığında okurduk onları.

“YAŞAM DOLU BİR ADAMDI…”

Mahrem bir eylem miydi yazmak onun için?

Mahrem bir çalışma değildi sözkonusu olan. Esere saygı idi sanıyorum. Oluşmakta olan değil, hazır olduğu düşünülenle buluşurduk bizler. Gerek babamın gerekse de annemin ya da birbirimizin herhangi bir eserine herbirimizin her zaman çok saygılı ve özenli olmamız sanıyorum o öğretinin doğal bir sonucu.

“En çok kullandığı ayrılık, sevgi ve ölüm temaları son dönemde şiirlerinde yerini kaçış ve umutsuzluğun tedirginliğine dönüşmüştü” diye bir yoruma rastladım, sizin böyle bir gözleminiz var mı?

Sözkonusu satırı bir türlü anlamadım ve ona katılamıyorum. Özdemir Asaf’ı yeterince tanımayan bir kişinin kaleme almış olduğu bir görüş bence. Yaşamda zorlukların varolması, onların kimi şiir ya da yazılara yansıması doğal ancak bu, genel bir çizgi olarak düşünülmemeli. Kaldı ki, babam, yazdıklarını bekletir, onların kısa dönemli yaşam olaylarından etkilenmediklerini, bir olduklarını, bütün olduklarını görüp hissettikten sonra yayımlardı. Özdemir Asaf’in eserinin zaman geçtikçe değerinden hiç ama hiç bir unsur kaybetmiyor ve kaybetmeyecek olması o yaklaşımın, o özenin, o saygının bir sonucu olsa gerek. Durumla, kişiyle, şu ya da bu olaylarla kısıtlı değildir Özdemir Asaf’ın eseri. Olay değil anlamdır önemli olan. İletmekten öte, düşündürmektir. Ayrıca yaşam dolu, nükteli, neşeli, hoşsohbet bir insandır babam. İnsandı demedim, o, biten, giden, yitirilen bir kişi değil. Önümüzdeki nesiller bunu sanıyorum daha iyi gözlemleyecekler.

“ÖZDEMİR ASAF HATIRLANSIN, ONUNLA BULUŞULSUN”

Ölüm yıl dönümünde Özdemir Asaf, nasıl anılmayı tercih ederdi?

Babamın “nasıl anılacağı” gibi bir kaygısını hissetmedim hiçbir zaman. Özdemir Asaf’ın, hiçbir edebi akımın içerisinde olmadığını, tek başına olduğunu da vurgulamalıyım burada. “Mühim olan anlam” derdi, olaylar, durumlar, kişilerden öte onların taşıdıkları, bıraktıkları anlam idi önemli olan. Ben ise Özdemir Asaf’ın ilkin hatırlanmasını, kendisiyle buluşulmasını dilerim.

Bir an için size bir şey ifade etmeyen bir şiir, bir yazı üzerinde çok duraklamayın, devam edin gezintinize… Tanıştınız onunla, o satırlarla. Belki sohbete başka zaman başlayacaksınız, o yazı sizdeki anlamını belki o zaman bulacak. Unutmayın, “Bir kelimeye / Bin anlam yüklediğim zaman / Sana sesleneceğim” diyen bir insan ile birliktesiniz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir