MANŞETSİYASETÜst Manşet

Ateşkes hemen devreye girmeli

Fırat Haber Ajansı’nın (ANF) haberine göre İsviçre Parlamentosu’ndaki Kürt Dostluk Grubu ve Hükümet Dışı Örgütler (ONG) tarafından organize edilen “Tarafsız ülkelerin Kürt sorununun çözümündeki rolü”  konferansına katılan KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar,  PKK ile devlet arasında bugüne kadar gerçekleşen temasları, PKK’nin ateşkes ilanlarını ve Kürt tarafının pozisyonunu anlattı. Aydar, görüşme sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesi için bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç olduğunu söylerken, Kürt tarafının taleplerini aktardı.

Aydar’ın konuşması  şöyle:

“Ortadoğu genelinde Kürt sorunun gündemde olduğu, Türkiye de Kürt sorununun barışçıl çözümü yönünde ciddi arayışların olduğu bir dönemde, müzakere ve çözüm konularını ele alan bir konferansın İsviçre de düzenlenmesi önemlidir. Konuşmama başlarken öncelikle bu konferansa ev sahipliği yapan İsviçre Parlamentosu Kürt Dostluk Grubu ile Kürt İnsan Hakları Merkezine ve konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Burada yapılacak sunumlar ve tartışmaların Kürt sorununda çözüm arayışlarına değerli katkılar yapacağına inanıyorum.

Ben de konuşmamda konferansın ana tema’sı ve panel başlığına uygun olarak, diyalog, müzakere, yol haritası, siyasi çözüm ve barış konularında Kürt tarafının görüşlerini dile getirmeye çalışacağım. Kürt tarafı bu kavramlardan ne anlıyor, bunlara nasıl yaklaşıyor, bu konuda bir çalışması var mıdır, böyle bir sürece nasıl bakıyor, biçimindeki sorulara cevap vermeye çalışacağım.

Kürt sorununda tarihsel sürece girmeden günceli değerlendirmek suretiyle, yani PKK öncülüğünde gelişen son Kürt İsyanı çerçevesinde kalarak, çözüm konusuna yaklaşacağım. Türkiye de Kürt sorununda çözüm tartışmaları 1990’lı yılların başında başladı ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın konuyla ilgilenmesiyle çözüm arayışları da başladı. Bu arayışlara Kürt tarafı hep olumlu karşılık verdi. Bu çerçevede çözüm arayışlarının önünü açmak üzere PKK, 17 Mart 1993’te tek taraflı ateş kes ilan etti. Özal’ın şüpheli bir şekilde ölümü ve karşı tarafın olumlu karşılık vermemesi üzerine bu girişim sonuçsuz kaldı ve ateşkes bozuldu.

1995 ve 1998’de de benzer girişimler oldu ve her iki girişime de Kürt tarafı tek taraflı ateşkesler ilan ederek olumlu karşılık verdi. Ancak her iki girişim de önceki gibi karşı tarafın olumsuz yaklaşımlarından dolayı sonuçsuz kaldılar.

1999 yılı başlarında Sayın Abdullah Öcalan’ın, uluslararası bir komplo sonucu Kenya da yakalanıp hukuksuz ve korsanca bir yaklaşımla Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra da, çözüm arayışları devam etti. Cezaevinde Sayın Öcalan ile yapılan görüşmeler üzerine, Temmuz 1999’da yeniden ateşkes ilan edildi. Diğer ateşkeslerden farklı olarak provokasyonlar olmasın diye, bu sefer Gerilla güçleri Türkiye sınırları dışına çekildi. Bu durum 2004 yılına kadar devam etti. Ne yazık ki Türkiye Hükümeti ve yöneticileri, bu sürede çözüm namına hiçbir adım atmadılar. Çatışmalar kesilince sorun bitti dediler. Kürt tarafı defalarca deklarasyonlar biçiminde nasıl bir çözüm istediğini kamuoyuyla paylaştı. Kürt tarafının talepleri son derece makul ve kabul edilebilir isteklerdi. Kürt tarafının makul istekleri görmezden gelindi, iyi niyetli çağrıları duyulmaz oldu ve bu tavırlar zafiyet olarak kabul edildi.

Bundan dolayı 2004 Haziranında çatışmalar yeniden başladı. Hükümet önce duymazdan geldi. 2005 ortalarından sonra yeniden çözüm tartışmaları başladı. 2006’da da yeni girişimler ve çözüm arayışları devreye girdi. 2005’te ki tartışmalar ile 2006 da ki girişimlere de, daha önce olduğu gibi Kürt tarafı olumlu cevaplar verdi ve tek taraflı ateşkesler ilan etti. İlki 1993’te olmak üzere bu güne kadar Kürt tarafının ilan ettiği ateşkes sayısı 8’dir. Bütün bu ateşkeslere Türk ordusu çok az riayet etmiş ve Türk tarafının çözümsüzlükte ısrar eden tavrı ve askeri operasyonlarını sürdürmesi nedeniyle bozulmuşlardır.

2006 ve sonrasında gelişen diyalog ve görüşme sürecini ayrı ele alıp değerlendirmek gerekir. Bu süreç önce dolaylı olarak aracıların mesaj getirip götürmesiyle başladı. 2007’nin sonlarından başlayarak da yüz yüze görüşmelere geçildi. Kamuoyunda Oslo Görüşmeleri olarak bilinen süreçte, görüşmelerin iki ayağı vardı. Biri İmralı Cezaevinde Sayın Öcalan’la, diğeri dışarıda Örgüt temsilcileri ile yürütülüyordu. Görüşmeler birbirleri ile paralel olarak birinin diğerini tamamlaması şeklinde yürüyordu. Aradaki bağlantı da yazılı belgelerin teatisi şeklindeydi. Zaman zaman tıkanma ve kesilmeler yaşanmakla beraber bu süreç Temmuz 2011’e kadar devam etti. Karşı tarafın verdiği sözleri yerine getirmemesi, çözüm yönünde esasa ilişkin adımlar atmaya yanaşmaması ve var olan randevuları iptal etmesiyle süreç kesildi.

Haklı olarak herkesin aklına “bu kadar sürede ne konuşuldu, kim ne dedi, neden sonuç alınmadı” gibi sorular sorulabilir. Kürt tarafı, soruna siyasi bir çözüm bulmak amacıyla bu sürece samimi yaklaştı. Kendi üzerine düşeni yerine getirdi. Kürt tarafının ilk etapta yapabileceği en önemli şey ateşkesti. Görüşmelerin tıkandığı durumlar dışında bu süreçte tek taraflı da olsa ateşkesler ilan etti ve buna tüm güçleriyle riayet etti. Türkiye Ordusu da gayri resmi bir şekilde ateşkeslere kısmen uydu.

Kürt tarafının barış ve diyalog yoluyla siyasi bir çözüm bulma dışında farklı bir gündemi yoktu. Görüşmelerde taleplerini açık ve net bir şekilde dile getirdi. Bu talepler son derece makul ve normal bir demokraside tartışılmaması gereken asgari taleplerdir. Çözüm için yol haritası ve buna uygun pratik adımları içeren protokoller hazırlayarak karşı tarafa sundu.

Türk tarafının talebi üzerine, Kürt tarafı, barış ve silahsız bir çözümde samimi olduğunu göstermek, ayni zamanda barış ve diyalog konusunda hükümetin elini güçlendirmek amacıyla, gerilla ve Maxmur mülteci kampı sakinlerinden oluşan barış gruplarını oluşturup, ellerine barış mesajını içeren bir mektup vererek, Türkiye’ye gönderdi. Karşı taraf “bu kişiler tutuklanıp-yargılanmayacaklar” demesine rağmen, sonradan bu kişiler tutuklandı ve ağır cezalara çarptırıldı.

Türk tarafını temsil edenler bu süre içinde defalarca söz vermelerine rağmen, hiçbir zaman bir çözüm projesiyle masaya oturmadılar. Türkiye adına görüşmelere katılanlar, tartışmalardan sonra “biz bu hususları hükümete götüreceğiz, gelecek oturumda cevabını getiririz” demişlerdir. Ancak hiçbir zaman tatmin edici bir cevapla dönmemişlerdir. Ana konular gündeme geldiğinde biz bu konuda yetkili değiliz demişlerdir. Kürt tarafı, “yetkili bir heyet gelsin, kaç gün kaç hafta sürerse sürsün, oturalım son noktayı koyana kadar devam edelim” önerisini kendilerine sunmuş, ancak karşılık almamıştır.

Görüşmelerin sıklaştığı, hükümetin Kürt açılımını dillendirdiği, Kürt tarafının ateşkes ilan ettiği ve herkesin bu iş olumluya gidiyor diye umutlandığı bir dönemde, 14 Nisan 2009 da KCK operasyonları adı altında, içinde seçilmişlerin de olduğu her düzeyde görev alan Kürt siyasetçilerine yönelik “Siyasi Soykırım” diye adlandırdığımız tutuklama furyası başlatılmıştır. Görüşmelerde bu konu gündeme geldiğinde, “bu hükümetin tavrı değildir, bazı savcıların kendi başlarına yaptıklarıdır, kısa sürede bırakılacaklardır” demelerine rağmen, operasyonlar genişleyerek devam etmiştir. Bu operasyonlar halen de sürmektedir ve tutuklananların sayısı 10 bine yaklaşmıştır.

Yine bu süreçte (2011 başları) İran, Irak ve Suriye ile anti Kürt ittifakı yenilenmiş, kendilerinin deyimiyle dört taraftan saldırarak “Sirilanka-Tamil” modeli bir operasyonla, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme planı yapmış ve 2011 Temmuzunda bu planı devreye koymuşlardır.

Bu yapılanlar karşısında Kürt tarafında oluşan algı, “Türk tarafının seçimleri rahat bir ortamda yapmak için ateşkese ihtiyaçlarının olduğu, görüşmelerle zaman kazanmaya yönelik oyalama içinde olduğu ve fırsat bulduklarında da son darbeyi vurmaya çalıştığı” yönündedir. Yaşanan pratik de bu algıyı doğrular niteliktedir.

Temmuz 2011’den sonra sert çatışmalar yaşandı, özellikle 2012 yılında çatışmalar daha da şiddetlendi. AKP Hükümetinin çok iddialı olarak sarıldığı “Srilanka-Tamil” modeli Kürdistan da tutmadı. Eylül 2012 den itibaren Türkiye de yeniden çözüm tartışmaları başladı. Özellikle Kürt tutsakların kitlesel açlık grevine girdiği dönemde yeni gelişmeler oldu ve İmralı’ya heyetlerin gidip geldiği yönünde basına haberler yansıdı. En son 28 Aralık 2012 de Başbakan Erdoğan katıldığı bir televizyon programında İmralı da Sayın Öcalan ile görüşmelerin yapıldığını doğruladı. Akabinde 3 Ocak 2013’te iki BDP milletvekilinin İmralı’ya gidişlerine izin verildi.

Bu önemli bir gelişmeydi ve kamuoyunda heyecan yarattı. 14 yıllık esaretinde ilk defa iki siyasetçinin Sayın Öcalan’ı ziyaret etmesi ve bu ziyaretin barışçıl çözüm amaçlı olarak gerçekleşmesi, diyalog yönünde atılmış önemli bir adımdı. Kürt tarafı tüm bileşenleri ile bu girişime değer biçti, Sayın Öcalan’a destek verdi ve sürecin arkasında olduğunu yaptığı açıklamalarla kamuoyuna deklare etti.

Bu arada Türk tarafından kaynaklanan olumsuz gelişmelerde birbirini izledi. Ağır kış şartlarına rağmen askeri operasyonlar hızlandı. Eskiden kat kat daha fazla olarak Güney Kürdistan’daki (Kuzey Irak) gerilla alanları uçaklarla bombalandı. Çatışma ve bombardımanlarda çok sayıda can kaybı yaşandı. 9 Ocak 2013’te Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi vahşice katledildi. Bizdeki tüm bulgu ve emareler bu cinayetin Türk Gladyosu tarafından işlendiğini göstermektedir. Bu dönemde Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklamalar da devam etti. Buna ayrıca başta başbakan olmak üzere bazı hükümet yetkililerinin olumsuz açıklamalarını da eklemek gerekir. Bütün bunlar Kürt tarafında, karşı tarafın gerçek niyetleri konusunda ciddi şüpheler doğurmaktadır.

Hükümet yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında diyalog süreci tıkanmamış devam etmektedir. BDP den yeni bir heyetin tekrar Sayın Öcalan’la görüşmesi gündemdedir. Önceki beklenti bu ziyaretlerin BDP ile sınırlı kalmayacağı ve sıklaşacağı yönündeydi. Ancak aradan epey süre geçmesine rağmen bu beklenti henüz gerçekleşmiş değildir. Sayın Öcalan’ı ziyaret eden iki siyasetçinin belirtikleri dışında, Kürt tarafına iletilmiş bir görüş veya görüşmelerin içeriğine yönelik yazılı bir belge yoktur. İki siyasetçinin ilettikleri de genel değerlendirmelerdir. Bir yol haritası veya takvime bağlanmış bir eylem planı yoktur.

Süreç nasıl işler, eksiklikler nasıl giderilir, bu süreçten barışçıl bir çözüm çıkar mı, çıkmaz mı, sorularına fazla takılmadan, Kürt tarafının bu sürece yönelik görüş ve yaklaşımlarını ortaya koymaya çalışacağım.

ÖCALAN HAREKETİ HER DÜZEYDE TEMSİL EDİYOR

Sayın Abdullah Öcalan, hareketin kurucusudur, lideridir ve hareketi her düzeyde temsil etmektedir. Dolayısıyla kendisiyle görüşmelerin başlatılması yerinde ve isabetli bir karardır. Ancak şu an içinde bulunduğu şartlar bir barış sürecini yürütmeye müsait değildir. Onun için bir an önce barış sürecini rahatlıkla yürütebileceği şartların kendisine sağlanması gerekir. Öncelikle istediği bilgi ve belgeye ulaşabilmesi, örgüt yönetimi dahil istediği kişi, kurum ve çevrelerle görüşebilmesi ve görüşme heyetini istediği şekilde oluşturmasına imkan sağlamak gerekir. Örgüt, “siz başkanımızla görüştünüz ayrıca gelin bizimle de görüşün” demiyor. Örgüt başkanıyla ortaklaşmak istiyor. Eğer barış konusunda samimiyet varsa bu konuda engel çıkarılmaması gerekir.

HEMEN ÇİFT TARAFLI ATEŞKES

Kürt tarafı, bu sürece yeni bir süreç ve her şeyi baştan ele alan bir süreç olarak görmemektedir. Bu daha önceki süreçlerin devamıdır. Özellikle Oslo sürecinde nerede kalınmışsa oradan devam etmek niyetindedir. Dolayısıyla o süreçte oluşturulan belge ve mutabakatlara bağlıdır. Kürt tarafının o süreçte sunduğu yol haritası ve protokoller geçerliliklerini korumaktadırlar.

Sürecin sağlıklı ilerlemesi için bir çatışmasızlık ortamına ihtiyaç vardır. İki taraflı bir ateşkes hemen devreye girmelidir. Bunun yanında Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklama kampanyaları ve polisiye operasyonlar da durmalıdır. İki tarafta açıklamalarına ve diline dikkat etmeli, süreci olumsuz etkileyecek açıklama ve yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Bu çerçevede ilgili tarafların ve katkı sunabilecek kesimlerin içinde yer aldığı ve yetkisini TBMM’den alan bir Barış Konseyi kurulması gerekir.

ANAYASA KONSEYİ OLUŞTURULMALI

Kürt sorununun kalıcı çözümü için, üzerinde mutabık kalınan hususları yasal ve anayasal ifadeye kavuşturmak gerekir. Hazırlanacak yeni anayasanın, Kürt kimliği başta olmak üzere çeşitli toplusal-kültürel kimliklerin varlığını ve kendilerini özgürce ifade etmelerini kayıtsız ve şartsız olarak sağlaması, anadilde eğitimi garantilemesi, demokratik siyaset, ortak vatan ve demokratik uluslaşma anlayış ve uygulamalarına da açık olması gerekir. Bu çerçevede siyasi partilerin ve sivil toplumun da yeterince dâhil edildiği bir Anayasa Konseyini (konvansiyon, kurucu meclis rolüne yakın) oluşturmak gerekmektedir.

HAKİKATLERİ ARAŞTIRMA VE ADALET KOMİSYONU

Demokratik barış ve uzlaşının gelişmesi ve güven ortamının sağlanması açısından şimdiye kadar yaşanan çatışma ortamında Türkiye ve Kürdistan’da büyük acılar ve travmalar yaratan, uluslar arası savaş kurallarına ve insan haklarına aykırı olayları araştırarak açığa çıkaracak Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunun kurulması lazımdır.

Barış Konseyi, Anayasa Konseyi, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunun kurulup çalışmalara başlaması, süreci büyük ölçüde ilerletir. Burada amaç Kürt sorununu tüm sonuçlarıyla birlikte çözmek ve adil bir barışa ulaşmaktır. Demokratik Anayasal sürecin tamamlanması ve kapsamlı bir yakın tarih yüzleşmesi sonucunda karşılıklı af ile kalıcı çözüm ve barış ortamına geçilmesi mümkündür.

İSVİÇRE’DE 4 RESMİ DİL VAR, ÖRNEK OLABİLİR

Kürt tarafı sorunun barışçıl çözümünde istekli ve samimidir. Çözüm konusunda taleplerini defalarca kamuoyu ile paylaşmıştır. Çözümün kısa adını Demokratik Özerlik olarak koymaktadır. Biz şimdi İsviçre de bu tartışmaları yürütüyoruz. İsviçre de 4 ayrı resmi dil vardır ve herkes kendi kimliğiyle İsviçre vatandaşıdır. İsviçre’nin etnik meselelerdeki yaklaşımı örnek alınabilir.

ULUSLARARASI TOPLUM KOLAYLAŞTIRICI ROL OYNAMALI

Şu an başlayan diyalog süreci aracısı olmayan direk iki taraf arasında yürüyen bir süreçtir. Durum şimdilik böyle olmakla beraber, ileride aracı kurumlara veya süreci kolaylaştırıcı yardımcılara ihtiyaç olmayacağı anlamına gelmiyor. Gerek sorunun büyüklüğü, çok taraflı olması, birçok ülkeyi ilgilendirmesi itibarıyla, dış kolaylaştırıcı desteğe ihtiyaç olacaktır. Bu çerçevede Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların rollerini göz ardı etmemek gerekir. Bunun yanında tarafsız konumuyla İsviçre gibi devletlerin bu süreçte oynayabilecekleri roller de vardır. Kürt tarafı gerek arabulucular, gerekse kolaylaştırıcı rol ve yardımlar konusunda açıktır ve katkı sunabilecek herkesimin katkılarını istemektedir.” ANF

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir