MANŞETSİYASETÜst Manşet

14’üncü yılında 15 Şubat

ANKARA – PKK Lideri Abdullah Öcalan, “uluslararası komplo” ile 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkmak zorunda kaldı. Avrupa ülkelerinde 4 aylık temasların ardından Öcalan, 15 Şubat 1999 günü Kenya’da yasadışı bir operasyon ile kaçırılarak Türkiye’ye getirildi. Aradan geçen 14 yıl içerisinde her fırsatta “PKK artık etkisiz hale geldi”, “Öcalan yakalandı örgüt çökecek” söylemleri kullanılırken, 14 yılın sonunda Öcalan, Kürt sorununda vazgeçilmez muhatap konumunda bulunuyor.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin üzerinden 14 yıl geçti. Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkmasıyla başlayan ve Türkiye’ye teslim ediliş tarihi 15 Şubat 1999’a kadar ki sürece Kürt halkı ve demokratik, sol, muhalif çevrelerce “uluslararası komplo” denilirken, Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesinin ardından yaptığı çalışmalar ise hesapları boşa çıkardı. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi ile birlikte, “PKK bitirildi”, “Öcalan artık etkisiz hale geldi” gibi söylemler hükümetler ve basın tarafından her gün manşetlerden verilirken, aradan geçen 14 yıllık süreç ise “Etkisizleşti” denilen Öcalan’ın Kürt sorununda en büyük muhatap olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Dönemin “etkisizleştirildi” diyen hükümetlerin ardından gelen hükümetler ise sorunun çözümü için Öcalan ile birçok görüşme gerçekleştirdi. Aradan geçen 14 yıllık süreçte aydınlar, sanatçılar, insan hakları savunucuları, uluslararası misyona sahip kişiler başta olmak üzere birçok kesim ise “Kürt sorununda muhatap Öcalan’dır” söylemini sıklıkla dillendirdi.

Önce dava açıldı ardından baskı başladı

Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması öncesindeki süreçte dikkat çekici gelişmeler yaşandı. Planlı ve periyodik şekilde ilerletilen süreçte çok yönlü bir strateji izlenerek adımlar atıldı. Öcalan’ın 1 Eylül 1998 tarihi itibariyle ilan ettiği ateşkes önce boşa düşürüldü. Ardından ise 12 Eylül darbesi sonrasında Öcalan ve PKK’nin kurucularına açılan davanın zamanaşımına uğramasından dolayı sadece Öcalan’a ilişkin Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından dava açıldı. Dava ile birlikte eş zamanlı olarak Suriye üzerinde önce uluslararası baskı oluşturulmaya başlandı. 17 Eylül 1998’de Washington’da KDP, YNK ve ABD arasında toplantı yapıldı. Bu toplantıda 1992’de oluşturulan Kürt Federe Meclisi ve yönetimiyle Türkiye Cumhuriyeti arasında anlaşma sağlandığı basına yansıdı.

Suriye’ye yönelik tehditler 

Washington’da yapılan toplantının ardından ise Suriye’ye yönelik tehditler başladı. Washington toplantısından bir gün önce 16 Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye sınırında yaptığı açıklamalar ile Öcalan’ın sınır dışı edilmesini veya teslim edilmesini istedi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ise, “Suriye’ye karşı Birleşmiş Milletler yasasının 51. maddesi bize meşru müdafaa hakkı vermektedir” dedi. Gerilimin artması üzerine dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, 6 Ekim’de Türkiye’yi ziyaret ederek arabuluculuk girişiminde bulundu ve Türkiye bunu kabul etti. Mısır Dışişleri Bakan Amr Musa, 12 Ekim’de Ankara’ya gelerek Süleyman Demirel’e Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın mesajını iletti. 19 Ekim’de Adana’da yapılan Türkiye-Suriye görüşmesinin sonucu “Öcalan şu andan itibaren Suriye’de değildir ve kesinlikle Suriye’ye girmesine izin verilmeyecektir” hükmünü de içeren mutabakat metni imzalandı ve 20 Ekim’de açıklandı.

Öcalan Suriye’den çıkıyor

Komplonun birçok ayağının yürürlüğe konulması ve Kürtler üzerinde oynanmak istenen oyunu gören Öcalan, 9 Ekim’de Atina’ya hareket ederek Suriye’den ayrıldı. Öcalan’ın Atina Havaalanı’na inmesinin ardından verilen sözler tutulmayınca Öcalan, Moskova’ya doğru hareket etti. O dönem PKK’nin Rusya sorumlusu durumunda bulunan ve PKK’nin “Merkez Komite” üyesi Mahir Welat (Numan Uçar), Rüstem Broyi ile Rus Liberal Demokrat Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski ve Duma Jeopolitik Komisyonu Başkanı Aleksey Mitrafanof, Öcalan ve beraberindekileri karşıladı. Öcalan, daha sonra yaptığı siyasi savunmalarında Rusya’da önce Jirnovski’nin evine ardından da Odinsova’daki bir eve son olarak ise Aleksey Mitrafonof’un evine yerleştiğini yazmıştı.

Komplonun devamı olarak Rusya’dan sınır dışı edildi

Bu süreç içerisinde Öcalan, Rusya’dan siyasi sığınma talebinde bulunurken, 4 Kasım günü Rusya’nın Duma Meclisi, 298 milletvekili ile yeni bir karar daha alarak, Rusya’nın Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanıması için hazırlanan karar tasarısını onayladı. Ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madline Albirght adına sözcüsü James Rubin yaptığı açıklamada; bu duruma sert tepki göstererek, hiçbir ülkenin sığınma hakkı tanımasını kabul etmeyeceklerini dile getirdi. Albright, Rusya hükümetinin Öcalan’ın ülkelerinde bulunup bulunmadığını araştırdıktan sonra iade etmesini ya da sınır dışı etmesini istedi. Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov, Öcalan’ın Rusya’da kalmasına izin vermedi. Rusya İçişleri Bakanı Sergei Stepaşin, Avrupa Konseyi’nde düzenlediği basın toplantısında, Duma’nın aldığı kararın hiçbir öneminin olmadığını belirtti. Öcalan’ı Moskova’ya geldiğinde karşılayan ve evinde konuk eden Jirinovski’nin yanında, Mitrafanof ve Rusya’nın güvenlik ve istihbarat yetkililerinden Heba Çili hep birlikte Öcalan’ın kaldığı eve giderek Öcalan’ın, Rusya’yı terk etmesini istedi.

Roma süreci

Rusya’nın ardından Belarus’ta kısa süreli yapılan temasların da sonuçsuz kalması üzerine Öcalan, 12 Kasım 1998 günü Ayfer Kaya, Mecit Mamoyan ve Yeniden Yapılanma Komünist Partisi milletvekili Romana Montavani ile birlikte, uçakla İtalya’nın Roma şehrine gitti. İtalya her ne kadar Öcalan’a güvence verse de Öcalan’ın topraklarına gelmesinin ardından hakkında tutuklama kararı alındı. Hükümet Başkanı Massimo D’Alema, Öcalan’ı ölüm cezası olan Türkiye gibi bir ülkeye iade etmeyeceklerini ve kendi kanunlarına göre bir yargılama yapacaklarını açıkladı. Türkiye’de İtalya’ya yönelik boykot kampanyaları başlatılırken, Avrupa’da bulunan Kürtler ise İtalya’ya akarak Öcalan’ı sahiplendi. Kürtler, Öcalan, İtalya’da kaldığı sürece evinin yakınında oturma eylemleri yaptı. Türkiye’nin boykotu üzerine İtalyan işadamları ise hükümete Öcalan’ın iade edilmesi yönünde baskı uygulamaya başladı. Baskıların yoğunlaşması üzerine D’Alema, Öcalan’a sığınma hakkı verecek Avrupa ülkelerinde girişimlerde bulunmaya başladı. Türkiye’nin girişimlerini yoğunlaştırmasının üzerinde çok sayıda Avrupa ülkesi, Öcalan’ı ülkelerine almayacaklarını açıklamaya başladı.

Yunanistan, Kenya ve Türkiye’ye getiriliş

16 Ocak 1999’da Öcalan İtalya’dan ayrıldı ve Yunanistan’a gitti. Burada CIA’nın perde arkasında olduğu girişim ile Kenya seçeneği ortaya atıldı. Öcalan, 2 Şubat 1999’da Melsa Deniz ve Yunanistan istihbarat mensubu Savvas Kalderides ile birlikte Kenya’nın başkenti Nairobi’ye getirilerek, Yunanistan Büyükelçiliği’ne ait binaya yerleştirildi. Öcalan’ın Kenya’ya gelmesinin ardından aralarında MİT, CIA ve MOSSAD’ın da bulunduğu uluslararası istihbarat kurumlarının ortak girişimi ile operasyon hazırlıkları başlatıldı. Bu kapsamda MOSSAD yetkilileri, Ankara’ya gelerek MİT ile görüşürken, dönemin MİT müsteşar yardımcıları ise ABD’ye gitti. Cavit Çağlar’a ait TC-CAG kuyruk numaralı Falcon 900 B tipi uçağı ile Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Engin Alan’ın komuta ettiği operasyon timi Kenya’ya gönderildi. Kenya hükümeti 15 Şubat’ta Öcalan’ın sınır dışı edilmesini talep etti ve Öcalan da Hollanda’ya gitmek koşuluyla binayı terk etmeyi kabul etti. Ancak Öcalan’ı havalimanına götüren araç aniden konvoydan ayrılarak kayboldu. Öcalan 16 Şubat saat 03.00’te Türkiye’ye kaçırıldı. 7 kişiden oluşan tim Öcalan’ı uçakta “memlekete hoş geldin” sözleriyle karşıladı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, “Dünyanın neresinde olursa olsun devletimizin onu ele geçireceğini söylemiştik” cümlesiyle Öcalan’ın tutuklandığını açıkladı. Öcalan daha sonra, “Benim buraya getirilmemin sorumluları ABD ve NATO’dur” açıklamasında bulundu. Yıllar sonra Ecevit, büyük bir itirafta bulunacak ve Öcalan’ın kendilerine neden verildiğini kendilerinin de bilmediklerini söyleyecekti.

Kürtler bedenini yakarak komployu boşa çıkardı

Öcalan’ın Suriye’den ayrılması ve Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilmemesine tepki olarak başlayan Kürtlerin bedenini yakma eylemleri, Öcalan’ın yakalandığının duyurulmasından sonra doruk noktaya ulaştı. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin ilk haftasında 63 kişi bedenini ateşe verdi. Bedenini yakma eylemlerine Duma önünde Ahmet Yıldırım ve Remzi Akkuş’un, “Öcalan’ın etrafında ateşten çember olalım. Güneşimizi karartmasınlar” şiarıyla bedenlerini ateşe vermesinden dolayı “Güneşimizi karartamazsınız” adı verildi. PKK ise o dönemde Öcalan’ın yakalanmasına tepki göstererek ses getiren eylemlere imza attı.

İmralı Adası şekillendiriliyor

Öcalan, önce Esenboğa Havalimanı’na, oradan da Falcom 900 tipi uçak ile saat 05.00’te Bandırma 6’ncı Ana Jet Üssü’ne getirildi. Geniş önemlerinin alındığı üssün giriş çıkışlarında subayların bile üzerleri aranırken, 6’ncı Ana Jet Üssü’ne peş peşe ambulanslar getirildi. Öcalan uçaktan bir ambulans ile alınarak 4 numaralı rıhtıma, buradan da limanda bekleyen “Zafer Firkateyni”ne götürüldü. Öcalan, daha sonra ise firkateyn ile öğlen saatlerinde İmralı Adası’na getirildi. Öcalan’ın o dönemki adı ile İmralı Yarı Açık Cezaevi’ne getirilmesi ardından burada bulunan mahkumlar süratle adadan çıkartıldı. Birkaç gün sonra da adaya yetiştirdikleri hayvanlar İmralı’dan taşınırken İmralı Adası tamamen Öcalan’a göre düzenlendi. Ada ilk olarak iki bölgeye ayrıldı. Cezaevinin çevresi “Kırmızı” hat olarak tanımlanırken, diğer bölümler ise “Yeşil hat” olarak belirlendi. İmralı’daki tüm binaların yer aldığı “Yeşil Hat”ın çevresi “güvenlik” gerekçesi ile elektronik tellerle örüldü. Deniz Kuvvetleri’nin koruması altına alınan adada yaklaşık bin asker sabit olarak görev yapmaya başladı. Ardından ise adaya 55 kamera yerleştirilerek 24 saat aralıksız izleme uygulamasına geçildi.

Yetkiler yasaya aykırı olarak Başbakanlığa devredildi

Öcalan’ın İmralı Adası’na getirilmesi ardından bir güvenlik sistemine çevrilen İmralı Cezaevi’nde ilk olarak tüm yetkiler Anayasa ve yasaya aykırı olarak Adalet Bakanlığı’ndan alınarak Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi adına Mudanya İskelesi Kriz İrtibat Bürosu’na devredildi. Ardından ise İmralı Adası ve çevresi 2. derece kara, deniz ve hava açısından “Askeri yasak bölge” ilan edildi. İmralı bu uygulamalardan sonra devletin özel politikalarının uygulandığı bir adaya dönüştü. Giriş-çıkışlar dahi Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği’ne dayanılarak Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’nin inisiyatifinde oldu. Ardından ise MGK ile Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’nin yetkileri ortaklaştırıldı ve adanın kontrolü paylaşıldı.

Dava süreci ve idam kararı 

Öcalan 29 Haziran 1999 tarihinde “Devletin birliğini bozmaya veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklarda bir kısmının devlet iradesinden ayırmaya kalkışmak” iddiasıyla yargılandı. Yargılanmasına 31 Mayıs 1999’da Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde başlanan davada Öcalan’ın ağzından çıkan ilk kelime ise “barış” oldu. Öcalan ayrıca PKK’yi kendisinin kurduğunu, örgütü sevk ve idare ettiğini, yakalandığı ana kadar örgütün kendisinin liderliği ve komutası altında faaliyetlerini sürdürdüğünü söyledi. 31 Mayıs-29 Haziran 1999 tarihleri arasında süren ve PKK’nin “yüzyılın davası” olarak tanımladığı İmralı davasında Öcalan, Kürt sorununun sadece bir başkaldırıyla gündeme getirilebileceğini bundan başka bir alternatiflerinin olmadığının altını çizdi. 29 Haziran 1999 tarihinde Öcalan Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından oybirliği ile idama mahkûm edildi. Karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı. Kürtler ise kararı alanlara çıkarak protesto etti. DSP-ANAP-MHP koalisyonu döneminde, idam cezası 162 ret oyuna karşılık, 256 oy ile AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırıldı.

Öcalan’a özel tecrit uygulamaları başladı

İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin sisteminin oturtulması ardından Öcalan’a yönelik tecrit uygulamaları da başladı. Tecrit kendisini ilk olarak yayınların kısıtlanması ve sürekli izleme olarak gösteriyor. Hücresinde kamera sistemiyle gözetim altında tutulan, mazgal kapısından saat başı kontrol edilen Öcalan, normal şartlar altında bütün tutuklu ve hükümlülere tanınan 10 dakikalık telefonla konuşma hakkını kullanamadığı gibi gazete ve dergilerden “kendisi ve Kürt siyasetiyle ilgili yazı ve resimler kesildikten sonra” sınırlı bir şekilde yararlanabildi. Öcalan ile görsel temasta bulunan askerlere verilen özel talimat ile hiçbir görevli Öcalan ile konuşmadı. Genel uygulamalardan farklı olarak Öcalan’a tanınan havalandırma hakkı hem sınırlı, hem de cezaevi yönetiminin takdirine bırakılmış bir uygulama olmaktan öteye gitmedi.

Tecrit işkenceye dönüşüyor

İmralı’daki tecrit, izolasyon ve rutubetli iklim koşulları, insan sağlığı üzerinde büyük tahribatlara neden olduğu için Öcalan’ın rahatsızlıklarına günden güne bir yenisi eklendi. Mart 2007’de Öcalan’ın avukatları, saç telleri üzerinden yaptıkları inceleme sonucunda müvekkillerinin zehirlendiğini açıklamaları üzerine gözler İmralı’ya ve Öcalan’ın sağlık durumundaki gidişata çevrildi. Bulunduğu odanın mimarisinin çok kötü olduğunu ve karbondioksit oranının yüzde 75 olduğunu belirten Öcalan, avukatlarına Başbakanlık, Tabipler Odası, İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve AİHM’e gerekli başvurular yaparak zehirlenme riskine karşı inceleme yapmaları için girişimde bulunmaları gerektiğini söyledi. Sağlık sorunları ile boğuşan Öcalan’a 2008 yılının Temmuz ayında bu kez de fiziki yönelimde bulunuldu. Saçları kendi istediği dışında kazıtılarak fiziksel işkence uygulanan Öcalan, Ekim 2008 tarihinde “tabutluk” olarak nitelendirdiği hücresinde arama yapılmak bahanesiyle yere yatırıldı ve hücresi arandı. Tutuklu bulunduğu süre içerisinde Öcalan’a dönük tüm bu yönelimler, Kürt halkında büyük öfke yarattı. Bu uygulamalar ile de yetinmeyen cezaevi yönetimi Öcalan’ın odasını değiştirerek zaten küçük olan odayı daha da küçülttü. Bu da tecrit içinde tecridi derinleştirdi. Öcalan, cezaevinin bu uygulamasına karşı, “Saçlarımı kazıttılar. Devlet, bunu ‘biz istediğimiz zaman seni kontrolde tutarız, istediğimizi yaparız, sen bizim elimizdesin, 24 saat kontrolümüzdesin’ mesajını veriyor” dedi. Öcalan’ın Eylül 2007’de de zorla saçları kazıtılmaya çalışılmıştı.

İmralı’ya yeni tutsaklar getirildi

Kürtlerden gelen tepkiler ve uluslararası baskılara dayanamayan Adalet Bakanlığı, 17 Kasım 2009’da İmralı Adası’na yeni mahkumlar götürme kararı aldı. Bu kapsamda İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’ne, Şehmuz Poyraz, Cumali Karsu, Hakkı Alkan, Hasbi Aydemir ve Bayram Kaymaz getirildi. Öcalan’a özel uygulamaları ile tanınan cezaevinde diğer tutsaklar için de özel uygulamalar geliştirildi. 27 Nisan 2011 tarihinden itibaren 5 tutuklunun avukatları ve aileleri ile yaptıkları görüşmeler de kayıt altına alınmaya başlandı. Öcalan gibi diğer tutsakların da avukat ve aile görüşleri belirli periyotlarda “Koster bozuk” ve “Hava muhalefeti” gibi gerekçeler ile engellendi.

566 gündür avukatları ile görüştürülmüyor

Yargılama süreci ile birlikte başlayan avukat görüşmeleri ise sık sık kesintiye uğradı. 25 Şubat 1999 tarihinde yapılan ilk avukat görüşmesinin ardından 11 Mart 1999 tarihinde ikinci avukat görüşmesi gerçekleştirildi. Avukat görüşmelerinin başlaması ile birlikte görüşmelere dayanarak disiplin soruşturmaları ve hücre cezaları devreye sokuldu. Öcalan, avukatları ile 1999’da 60, 2000’de 37, 2001’de 40, 2002’de 35, 2003’te 21, 2004’te 25, 2005’te 14, 2006’da 22, 2007’de 29 kez görüştürüldü. 2008-2010 yılları arasında ise görüşmeler 66 kez engellendi. Görüşmelere engel olarak ilk günden itibaren “Hava muhalefeti”, “koster arızası” gibi gerekçeler gösterildi. Özelikle 2008 yılı içerisinde 120 günü bulan sürelerle hücre cezası uygulandı ve bu süre zarfında ailesi ile görüştürülmedi. Ardından ise Öcalan’a yeniden dönem dönem tecrit uygulaması yapıldı. Öcalan, avukatları ile 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana 566 gündür görüştürülmüyor. Avukatların 157 başvurusu yine, “gemi bozuk”, “hava muhalefeti”, “gemi onarımda” ve “gemi onarımdan döndü, ancak geminin Liman Başkanlığı’ndan alınması gereken evrakları eksik olduğu için faaliyet yapamıyor” veya “resmi tatil” gibi gerekçeler ile engellendi. Ayrıca tecrit ile birlikte 22 Kasım 2011 tarihinde Öcalan’ın avukatlarına yönelik “KCK” adı altında yapılan operasyonda çok sayıda avukat gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Avukatların davası ise halen devam ediyor.

14 yılda barış girişimlerini sürdürdü

Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından dönemin başbakanları ve gazetecileri “Öcalan etkisiz hale getirildi” söylemini kullanırken, Öcalan’ın İmralı’da bulunduğu sürece yaptığı barış girişimleri ise bu söylemleri boşa çıkardı. Kürt sorununda tek muhatap olarak birçok kesim tarafından kabul gören Öcalan, İmralı’da bulunduğu süre içerisinde Kürt sorununda çözüm arayışları çerçevesinde devlet heyeti ile bilinen 15 görüşme gerçekleştirdi. Öcalan 14 yıllık İmralı sürecinde çok sayıda ateşkesin de çağrısını yaptı. AKP hükümetinin “Kürt açılımı” adıyla başlattığı ve sonra adını “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak değiştirdiği sürece katkı sunmak amacıyla çözüm adımlarını somutlaştıran Öcalan, 156 sayfalık “Yol Haritası”nı 15 Ağustos 2009 tarihinde cezaevi idaresine teslim etti. Öcalan’ın sorunun çözümünü 10 temel ilke başlığında topladığı Yol Haritası ancak 1 buçuk yıl sonra kamuoyuna ulaşabildi. Öcalan, “çekileceğim” sözünü ilk kez “Yol Haritası”nı teslim etmeden önce söyledi. Süreç içerisinde yaşanan gerilimlerinin ardından ise 31 Mayıs 2010 tarihini işaret eden Öcalan, Kürtlerin yaşadığı durumu bir soykırım olarak nitelendirerek, ikinci uyarısını yaptı: “Bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı, ne faydası, ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum.” Muhatap bulamadığını ifade eden Öcalan, bunun bir savaş çağrısı olmadığını özel olarak vurgulayarak, sorumluluğun artık KCK’de olacağını kaydetti. Öcalan’ın “çekileceğim” uyarısının hemen iki ay ardından ise 13 Ağustos’tan başlamak üzere 20 Eylül tarihine kadar geçerli olmak kaydıyla ateşkes ilan edildi. KCK, ilan ettiği ateşkesin kalıcılaşması için ise 4 maddelik “barış planı”nı açıkladı. Öcalan’ın devlet heyetiyle yaptığı görüşmeler devam ederken, 16 Eylül 2010 günü Hakkari’nin Geçitli (Peyanis) köyünde bir minibüsün geçişi esnasında patlama meydana geldi, 9 kişi yaşamını yitirdi. Patlamanın, heyet ile Öcalan arasında yapılan görüşmeye denk gelmesi dikkat çekti. Öcalan, patlama için şu açıklamayı yaptı: “Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum.”

Çözüm için somut öneriler

Öcalan, üçüncü uyarısında 31 Ekim 2010 tarihine dikkat çekerek, 31 Ekim’de devlet tarafından çatışmasızlık kararına karşılık verilmediği takdirde aradan çekileceğini söyledi. Öcalan, dördüncü uyarısını ise Mart 2011’de yaptı. AKP hükümetinin Öcalan’ın yaptığı uyarılara karşı kayıtsız kaldığı dönemde, devlet heyetiyle görüşmelerini sürdüren Öcalan, heyetin yetkisi hakkında kafasında oluşan soru işaretlerini ortaya koyarak, AKP hükümeti tarafından sorunun çözümüne yönelik pratik adımların atılmaması ve sürece kayıtsız kalınması durumunda süreçten çekileceğini duyurdu. İmralı’da görüşmeler pratik önerilere dönüşürken, Türkiye’nin 12 Haziran genel seçimlere kilitlendiği dönemde KCK de eylemsizlik kararını 15 Haziran tarihine çekti. 15 Haziran 2011 tarihi ise Öcalan’ın verdiği beşinci çekilme uyarısı oldu. Öcalan, 24 Haziran günü avukat görüşmesinde şunları söyledi: “Burada yaptığımız görüşmeler önemlidir, ciddidir. Belli bir aşamaya da gelmiştir. Artık konuşma, tartışma aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Tartışacağımız bir konu kalmadı. Benimle görüşenler devlet adına görüştüler. Hükümet Kürt sorununun demokratik anayasal çözümü konusunda pratik adımlar atmazsa kriz doğar. Bugüne kadar yapılan görüşmelerin oyalama amaçlı olduğu ortaya çıkar. 15 Temmuz’a kadar benimle tekrar görüşmeye gelecekler. Bu görüşmede pratik adımları hayata geçiremeyeceklerini beyan ederlerse ondan sonrası devrimci halk savaşı devreye girer.”

3 talep

Öcalan’ın bu çağrısı da yanıtsız kalırken, hükümet yetkililerinin söylemleri giderek sertleşmeye başladı. Tam da bu süreçte Öcalan, 6. ve son uyarısını devlet ve Kandil’e şöyle seslenerek yaptı: “Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum. Ben burada pratik önderlik yapamayacağımı, bu şartlarda bunu sürdüremeyeceğimi söylemiştim. Her iki taraf da bana bir şeyler söylüyorlar. Devletin-AKP’nin zaten ne yaptığı ortada. Her iki taraf da beni idare ediyor. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor.” Adeta adım adım gelen “çekiliyorum” açıklamasının ardından işte tüm bu süreçlerden sonra Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmeler engellenmeye başlandı ve ağırlaştırılmış tecrit dönemi başladı.

1000’den fazla kitap okudu

Öcalan, İmralı’da maruz kaldığı tecride karşı çalışmalarından da geri durmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) sunduğu savunmaları kitaplaşan Öcalan, ayrıca avukat görüşlerinde istediği kitaplarla da gündeme geldi. Öcalan’ın avukatlarından İbrahim Bilmez, Öcalan ile yaptıkları görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, “Müvekkilim cezaevinde bu zamana kadar 1000’den fazla kitap okudu. Koğuşunda en fazla 3 kitap bulunduruluyor. Adaya getirdiğimiz kitapların sayısı 1000’e ulaştı. Diğer mahkumlarla dönüşümlü olarak kitapları okuyorlar. Haftanın 3 günü bir araya geliyor, sohbet ediyor, okudukları kitapları tartışıyorlar. Ayrıca haftada bir gün avluda kültür fizik hareketleri yapıyorlar, voleybol oynuyorlar” demişti.

‘Burası çok hassas’

Öcalan üzerindeki tecrit Kürt halkı tarafından her kentte protesto edilirken, İmralı ile Kürt halkı arasındaki iletişim, 19 Ocak’ta Mehmet Öcalan’ın cezaevine gidişinde idare tarafından Öcalan’ın gönderdiği söylenilen, “Burası çok hassastır. Görüşe çıkmamız uygun değildir” cümlesi ve aynı cezaevinde bulunan Cumali Karsu’nun 22 Eylül 2011’de gönderdiği telgrafında, “İzolasyon ne zaman son bulur belirsiz. İletişim sorunlarımız devam ettiği için pek yazamıyoruz” ifadelerini kullandığı telgraf oldu. Bunlar dışında İmralı ile iletişim, 3 Mart’ta Cumali Karsu’nun açlık grevlerine ilişkin gönderdiği faks ile Öcalan’ın tutuklanan avukatlarının davasında müdahil olma talebi ile sınırlı kaldı.

Açlık greviyle hükümetin söylemi sertleşti

12 Eylül 2012 günü PKK ve PAJK’lı tutsakların, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının yaratılması ile anadilde savunma ve anadilde eğitim hakkı istemiyle başlattığı açlık grevleri sürecinde dokunulmazlıklara ilişkin sessizliğini koruyan Erdoğan, açlık grevlerinin bitmesi ile birlikte yeniden dokunulmazlık tartışmalarını gündeme getirdi. Erdoğan, İspanya ziyareti öncesinde 25 Kasım günü Esenboğa Havalimanı’nda yaptığı açıklamada BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılacağını belirterek, ”Meclise geldiğinde bizler, dokunulmazlık zırhına bürünen bu zevatla ilgili kararımızı, dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle vereceğiz. Ondan sonrası artık yargıya aittir” dedi.

Öcalan’ın çağrısı ile açlık grevleri sona erdi

Cezaevlerinde açlık grevi devam ederken PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, İmralı Adası’na giderek ağabeyi ile görüştü. Öcalan adadan dönüşünde yaptığı görüşmeye ilişkin, şu bilgileri verdi: “Ben bugün İmralı Cezaevi’nde kalan ağabeyim Sayın Abdullah Öcalan ile yüz yüze bir görüşme gerçekleştirdim. Kendisi açlık grevlerine ilişkin yaptığı çağrıyı zaman kaybetmeden kamuoyuyla paylaşmamı istedi. Ağabeyimin çağrısı şöyle: ‘Açlık grevine girenler dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerlerine almışlardır. Dışarıdakiler, kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan, hasta olan, dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler. Açlık grevi eylem tarzı olarak genel itibariyle doğru bulmamakla birlikte, açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil dışarısının yapması gerekir. Açlık grevi eylemi çok anlamlıdır. Bu eylem yerini bulmuş ve amacına ulaşmıştır. Hiçbir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler. Buradan açlık grevindeki herkese özellikle birinci ve ikinci gruptakilere tek tek selamlarımı söylüyorum” dedi. Öcalan’ın açıklamasının ardında PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar 18 Kasım 2012 günü yaptıkları açıklamayla açlık grevini sonlandırdıklarını duyurdu.

Ahmet Türk ve Ayla Akat, Öcalan ile görüştü

Açlık grevlerinin sona ermesiyle birlikte kamuoyunda yeniden Kürt sorununda müzakerelerin başlaması yönünde çağrılar oldu. Çağrılar üzerine 2012 yılının son ayında MİT heyetinin İmralı Adası’na giderek Öcalan ile görüştüğü ortaya çıktı. Kamuoyunda tartışmalar devam ederken 3 Ocak 2013 günü DTK Eş Başkanı Ahmet Türk ile BDP Batman Milletvekili Ayla Akat, İmralı Adası’na giderek PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Türk, görüşme sonrasında bazı basın kurumlarına yaptığı açıklamada, “Gözlerinde bir akıntı gördüm göz nezlesi vardı. Sağlığına ilişkin pek konuşmadı. Sağlıktan önce tartışmaya kendini hazırlamış bir şekilde bizleri karşıladı. Süreçle ilgili değerlendirmelerini yaptı. Onda gerçekten sorunların köklü çözümü konusunda bir kararlılık gördüm. Tabi ki bu yeni bir dönem veyahut bir başlangıçtır. Her şey bitmiş gibi yaklaşmamak lazım. Bu sürecin daha iyi hazırlandığı inancındayım” diyerek Öcalan’ın çözüm için katkıya hazır olduğunu söyledi.

Alperen Atalay / Diha

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir