Bekir ÖzgürYazarlar

TARİHTE KADIN GERÇEĞİ

Yabanıl ilkel toplumda kadına bakış açısı ve kadının toplum içindeki konumu günümüzden çok farklıydı. Kadın, cinsellik dâhil hemen her davranışında “koca” anlamında birilerine bağımlı değildi. Kadının, yabanıl toplum içindeki bütünlüklü durumu ve konumunu günümüz değer yargılarıyla ve ahlak ölçüleriyle sorgulayamayız. İlerleyen dönemde insanın geçmişteki yabanıl konumundan, uygarlık yaratacak düzeye gelişmiş devamı olan Anaerkil çağda kadın, kutsanarak Ana Tanrıça (yeryüzünün sahibi) mertebesine yüceltildi. Site devletlerde ve değişik bölgelerde Kibele gibi adına Ma-Bethler (tapınak) ihya edildi; bu mekânları, bazı aklı-evvel yazar takımı, “fahişe yuvası” (*) olarak takdim etmekteler.

(*) …”Bana öyle geliyor ki, bütün bu işlere ahlak zabıtası gözüyle baktıkça, ilkel koşulları anlamak olanaksız bir şey olarak kalır”… (Friedrich Engels. a. g. e. Sf. 47)

İnsanoğlunun yabanıl döneminden uygarlık dönemine kadar geçen on binlerce yıllık süreçte, insanın ve toplumun insansal gelişiminde kadının belirleyici unsur olduğu, bu doğal mecrada kesintisiz gelişimin tezahürü olan kadının kutsandığı Anaerkil toplum biçimi oluştu. Anaerkil toplum düzeni, insanların sürü halinde yaşamaktan çıkıp (*) birleşmeye, toplu yaşamaya başladıkları zamana özgü ilk sosyal yapılanma biçimi olarak biliniyor.

“İnsanbilimci” Evelyn Reed bakınız ne diyor:

“Dünyada sadece son altı bin yıldır Ataerkil düzen görülmektedir. Daha önce tam bir milyon yıl, toplumları kadınlar yönetmiş, hayvandan insana geçişte en önemli rolü kadınlar üstlenmiştir. Dünyamızdaki ilk çiftçiler, ilk doktor ve bilim adamları kadındır. Toplumsal güdülerin gelişmesine cinsel ilişkiler değil, anasal işlevler yol açmıştır. Dişi cins ırkımızı (insan neslini-B.Ö) uygarlığın eşiğine getirmiştir. Erkekler (fiziki güçleri olduğundan-B.Ö) sürekli avlanmakta ve savaşmaktaydılar. Bu nedenle insanlığı hayvansal yaşantıdan kurtarıp insan özellikleriyle donatma işi, kadınlara kalmıştır. Kadınlar bir arada çalışmaktaydılar. Bunun sonucu olarak, Anaerkil toplum insanların birbirine karşı kardeşcil duygular beslediği bir başka toplumsal dizgiyi yarattı. Aslına bakılırsa, kadınlar, erkeklere birbirleriyle diğer türdeşleriyle geçinmeyi öğrettiler”. (Evelyn Reed. “Kadının Evrimi” adını verdiği iki ciltlik çalışmasının arka kapağına düştüğü not. Payel Yayınları 1983).

Eril-dişil olarak insanların topluluk halinde yaşamaya başladıkları ilk evrede, fiziksel güce bağlı olarak iş bölümünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Erkekler besin maddelerinin temininde güç gerektiren zor işleri üstlenirken, amacına daha kolay ulaşacağı alet üretmeyi düşündüler ve ürettiler de. Kadınlar çocuk bakımı, yorgun ve eve belki yaralı dönen erkeklerin hizmeti ve diğer ev işlerini yürütürken, bu konumları gereği günlük bilinen rutin işlerden artan zamanlarında, zihinsel aktiviteleriyle düşünme ve fikir üretme ortamında, insan türünün zihinsel olgunlaşmasının, kültürel değerler yaratabilmesinin, insanın daha da insanlaşmasının fikirsel öncülüğünü yaptılar.

Anaerkil çağa ait Ön Asya’da (Anadolu) bulunan o dönemin sanatı resim ve heykeller, Ana Tanrıçanın/Ma ve kadının toplumdaki üstün konumunu gösteriyor. Cilalı taş devrine ilişkin arkeolojik verilerden anlaşıldığı kadarıyla, toplulukların ilk örgütlenme biçimlerinde kadın binlerce yıl boyunca birincil konumda olduğu görülmektedir. Ancak, kadın-erkek ayrımı Anaerkil dönemde de olmasına karşın “Kadın egemen toplum” yani erkeğe baskı uygulayan değil, yani erkeğin baskısı altındaki günümüz kadını gibi erkek de, kadın baskısı altında değildi. Her iki cinsinde kendi alanında hiyerarşisi olmakla birlikte, tolumda kadının belli bir önceliği, üstünlüğü vardı.

İlkel yaşam ortamındaki doğumlarda çocuğun bakımı ve korunması oldukça zor olduğundan bebek ölümleri de oldukça çoktu. İnsan neslinin devamının önemi açısından bakıldığında, doğurgan özelliği, kadının saygın konumda öne çıkmasını sağlayan temel etken olduğu anlaşılır bir durum. Doğa karşısında güçsüz olan insanlarda ölüm yaygın olduğundan, doğum topluluğun devamı için çok önemliydi, ölüme karşı koyan başlıca etmen doğumdu, doğuran insan ise kadındı. Çocuğun hangi etkenle dünyaya geldiğini henüz bilmeyen erkek, doğurduğu için kadına kutsallık atfediyordu. Bulunan sayısız arkeolojik verilerde kadının doğurganlığı önemli vurguyla tasvir edildiği görülmektedir.

Günlük tüketim dışında kalan yakalanmış hayvanların evcilleştirilmesi, kadına hayvan bakımına ilişkin ek bir iş oluşturdu. Beslenen hayvanlardan elde edilen yeni ürünlerin işlenmesinin kadının becerisiyle oluşması, kadının ekonomik değer üreten yönüyle önemi ve saygınlığı daha da arttı. Dahası, eve getirilen çiğ ve ham besin maddelerinin yenilebilir hale dönüştürülmesi, hayvan derilerinden, elverişli bitki liflerinden giyecek, ev eşyası vb. yaparak el becerisi uğraşlarla evdeki boş zamanını faydalı üretkenliğe dönüştüren kadın, ürettiği ekonomik değer yanında, estetik sanat yaratıcılığının da öncüsüdür.

İlkel yaşam koşullarında sık hastalanan çocuğu tedavi edebilmesi için, analık duygusuyla sürekli zihinsel aktivite içinde olan kadın; ot, yabanıl meyve vb. doğal nesnelerden ilaç üretme deneyleriyle, eczacılığın ve doktorluğun ilk mucididir. Tedavide kullanılan tıbbi ilaçlardan fayda göremeyenlere halk arasında tavsiye edilen doğal nesnelere; günümüzde, yaşlı ve tecrübeli anlamında “koca karı” ilacı denmesi, söz konusu dönemden kalma deneylere dayanmaktadır.

Özellikle uzun ve yoğun kış koşullarında besin maddesi bulma ve temininin zor olduğu ilkel dönemde, özellikle çocuklar için ana duyarlılığıyla sürekli kaygı içinde olan kadın, toprağın her yıl yeniden ve yeniden ürün verdiğini gözlemleriyle algıladı. Yaşamın salt doğa ürünü toplamakla değil, toprakta üretim yapılarak saklanabilir ürün elde etmekle beslenme sorununun aşılabileceğini kavrayan kadın algısı, insanlık tarihinin en büyük devrimi olan “Tarım kültürü” çağının da öncüsüdür.

Tarihi verilerden anlaşıldığına göre insansal yaşamın bütünlüğü içinde erkek, sürekli ihtiyaç olan ve zor elde edilen besin teminini kolaylaştıracak alet yapmaya kafa yorup teknolojik gelişimi sağlarken, kadın toplumun uyum içinde, zihinsel, ahlaksal ve sanatsal alanında gelişiminin öncüsü olmuştur.

Canlı türlerin üremesinde eril-dişil pay eşitliğinin henüz bilinmediği çağlarda kadının, salt doğurgan özelliğiyle “yaratıcı” unsur olarak algılanıp saygı gösterilmesi ve yüceltilmesi, hiç şüphesiz doğru ve haklı bir yaklaşımdır. Ancak, tarihsel süreçte insanın, gerçek anlamda insansal gelişim yolunda kadının zihinsel üretkenliği, el becerisiyle uygarlıklar yaratan sanatsal yaratıcılığı, toplumda, ahlaksal boyutta insana uygun etik değer oluşturmasında belirleyici konumu ve rolü, insan neslinin devamını sağlayan doğurganlığı kadar önemli ve değerdedir.

Bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar, insansal gelişimin, tarihsel uygarlıkların yaratılmasında, barışçı ve eşitlikçi yaşam biçiminde kadının, etkin ve belirleyici konumda olduğunu kanıtlamaktadır. Kadının tarihteki konumu ile günümüzdeki utanç verici durumu karşılaştırıldığında, insanlık tarihinin büyük bir ayıbıyla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Sürekli kanayan toplumsal yara durumundaki kadın gerçeği, çok yönlü ve ayrıntılı bir araştırmada gün yüzüne çıkacak bilgilerin ivedilikle toplumla paylaşılması, hatta bu bilgilerin toplumsallaştırılması, insanlığın geleceğine doğru yönelebilmesi açısından, gereklilikten öte bir zorunluluktur.

Bekir Özgür. 05. 03. 2013

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir