Bekir ÖzgürMANŞETYazarlar

Ortadoğu’nun Siyasi Haritası Yeniden mi Şekilleniyor?

15 gün önce ABD Dış işleri Bakanının Türkiye ziyareti, Öcalan’ın Newroz Mektubu, ABD Başkanı Obama İsrail’de iken İsrail’in Türkiye den özür dilemesi ve 24 Mart 2013 günü kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyareti; Suriye’nin cehennem çukuru haline getirildiği bu günlerde, tüm bunların üst üste gelmesi, bir tesadüf olabilir mi?.

ABD dünyanın jandarması, dış işleri bakanı da dünya asayişinin raportörü ve müfettişidir. O, ABD den verilen emirlerin, uşaklar tarafından nasıl uygulandığını denetlemekle yükümlüdür. Bu konuda ayrıntı bilmediğimiz için sorunun özünü koymakla yetinelim.

Tesadüf olmayan bu gelişmeler arasında önce Sayın Öcalan’ın siyasi çizgisini, sonra da Nevroz mektubunda vurguladığı bazı noktaları genel hatlarıyla açıklamayalım.

Öcalan ve yarattığı PKK’nın siyasi hedefi, Kürdistan’ın Türkiye kesitinden başlayarak bölgede “Bağımsız Kürdistan devleti” kurmayı planladığı konuya duyarlı herkesçe bilinmektedir. Ne düşünüldü ise bölgede Kürdistan Devleti hedefi, daha sonra Türkiye de “Kürt Halkına Özerklik” söylemine dönüştü. Ulusal mücadele yürütenlerin koşulların değiştiğini gözlemleyerek ne zaman ne yapacaklarına ancak kendileri karar verir; bu karara da, “Ulusların kendi kaderini kendi tayin etmesini” savunan sosyalistler saygı duyarlar.

1- Newroz mektubunda açıklanan en önemli vurgu; Öcalan’ın “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” noktasına geldik” ifadesidir. Bu, bundan sonra Kürt-Türk askeri güçleri çatışmayacak, gençlerimiz ölmeyecek mesajıdır. Bu mesaj çok önemlidir, toplumsal açıdan sevindiricidir, desteklenmelidir.

2- “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” (mektuptan)

Bu ifade, bu topraklar Türkiye olarak anılmadan önce Anadolu idi. Mevcut statükodan öncesi gibi Müslüman Kürt Türk Halkları olarak birlikte, tarafların eşit siyasi haklarını öngören ilişkiler içinde yaşamak istiyoruz; anlamında algılanmalıdır.

3- “Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır”(mektuptan)

Bu yaklaşım, 23 Nisan 1920 de açılan ilk TBMM de bulunan Kürt Vekiller Kürt kimlikleriyle, Kürt Halkını temsilen o mecliste yer almıştı. Aynı siyasi anlayışın bu barış döneminde yasalaşmasından yanayız, ayrılmak istemiyoruz demektir.

Sayın Öcalan’ın özenle vurguladığı “1920 ruhu” (Türk-Kürt Devleti), yani ortak egemenlik vb. anlayış ve öneriler, Türk Devleti nezdinde siyasi bir anlam ve işlev kazanır mı? bilemeyiz. Bu ve benzer kazanımların Kürt Halkının bütünlüklü yaşamsal sorunlarına yansıması ne olur? onu da bilemeyiz. Ulusalcı boyutuyla sınırlı kalacak bu kazanımlar, otuz bin Kürt gencinin ölmesine değer bir kazanım sayılıp sayılmayacağı Kürt Halkının takdirine kalmıştır.

Kürt sorunun İsrail’le ilgili boyutu, İsrail Ortadoğu da ki Kürt hareketlerine siyasi niteliği ne olursa olsun karşı değil, hatta taraftır. İsrail’in Suriye politikası ise, Esat rejiminin yıkılması, yerine Sünni, Alevi, Ezidi ve Kürtlerin ayrı devletler kurmasından yana olduğu bilinen bir gerçek. Bölge politikalarıyla ilgilenen herkes tarafından bilinen bir başka gerçek, Türkiye, İsrail’in Suriye’yi parçalama politikasını açıktan ve doğrudan desteğidir.
***
Barış söylemiyle öne çıkarılan Kürt sorunun AKP ve Tayyip boyutu ise, toplumsal bir güç haline gelmiş Kürt Özgürlük Hareketini, bir yandan Türkiye sol sosyalist ve Alevi hareketiyle daha fazla yakınlaşıp sınıf mücadelesine dönüşmeden, ulusalcı çizgisinde ve bölgesel etnik sorunları çerçevesinde tutmak. Diğer yandan da terörü bitirdik, Müslüman Kürt kardeşlerimle kucaklaşıyoruz cazgırlığıyla dinci Kürtlerin; tek devlet, tek millet, tek bayrak yaygarasıyla Türkçü milliyetçilerin sempatisini, dolaysıyla oylarını kazanmak.
***
Kemalist paradigmayı zihninde yıkmış, olgu ve olaylara işçi sınıfının çıkarları ve emek ekseninden ve sol sosyalist açıdan bakanlar, ilk paragrafta belirttiğim gelişmelere hiç şüphesiz Öcalan ve Tayyip ten farklı yaklaşacaklardır.

Siyasi alanda sıkışan Tayyip ve boynunda urgan olduğu sık-sık hatırlatılan tutsak Öcalan’ın barış ittifakı, belirsiz bir süreçte Kürt Halkına ana dilde eğitim ve yerel yönetimlerde belki biraz rahatlama sağlanacağı ihtimal dâhilindedir. Ancak devletin demokratik sorunlar karşısındaki bilinen vurdumduymaz tutumu, bu ihtimalin Kürt Halkını “bekle gör” sürecine sokacağı, ülkede gelişecek sınıf mücadelesi karşısında Kürtlerin mesafeli durmasını sağlayacağı, dolaysıyla sınıf mücadelesi alanını daraltacağı, daha yüksek bir ihtimaldir.

Devrimci sosyalist güçler ülkedeki sorunlara, olay ve olgulara sınıfsal açıdan bakarlar. Tayyip-Öcalan barış ittifakına, devrimciler, ezilen, sömürülen halk kesiminin sınıfsal sorunlarının siyasi çözümüne katkısı ne olacaktır sorusuna yanıt arama yöntemiyle yaklaşırlar. Bu yaklaşım ekonomik, demokratik vb. hak mücadelesini küçümsemek değil, bunlara emekçi sınıfın siyasi çıkarı açısından bakmaktır. Öcalan PKK’nın kuruluşunda “Marksist bir hareketiz” demesine karşın izlediği politika ulusalcı çizgi olduğundan, Onu diyalektik yöntemle eleştirmek yanlıştır; her olgu, kendi mantığı içinde değerlendirilmelidir.
***
Yangın yerine dönüştürülmüş Ortadoğu da Tayyip-Öcalan barış ittifakın, dünyayı yöneten küresel güçlerin bölgedeki çıkar ve tahakküm politikalarına nasıl yansıyacağı da önemli bir sorundur. Az da olsa siyasi bilinci olan herkesin bildiği ABD’nin bölgeye ilişkin bir BOP planı vardır. Bu politika ağırlıklı olarak Türkiye üzerinden yürütülmektedir; güncel ve sıcak Kürt sorunu, bu politikanın uygulama alanına girmektedir. ABD politikalarının uygulandığı alanların yangın yerine döndüğü herkesçe bilinmektedir.

Suriye’nin parçalanmasıyla Türkiye güney sınırında oluşması muhtemel Kürt yönetimi, zaten Irak da var olan Kürt yönetimi ve Türkiyeli Kürtlere tanınacak olan kısmi özerk haklar çerçevesinde ve Türkiye’nin desteği ve denetiminde bölgede oluşturulacak federal Kürt yönetimleriyle, Öcalan’ın mektubunda belirttiği ve Türk siyasi aktörlerinin de ağzını sulandıran Misak-ı Milli politikası, Ortadoğu’yu yeniden dizayn edeceğe benziyor.

Kürtlerin bir kesiminin yaşadığı İran’a karşı daha geniş bir cephe oluşacak; ABD, bölgeye fiili olarak girmeden Türkiye’yi sözde güçlendirerek bölgedeki, özellikle de İran la olan sorunlarını Türk ve Kürt gücüyle çözmeyi planlamaktadır. Bu yaklaşım, bölgedeki “Kürt siyasi aktörler ABD’nin emrinde” anlamına gelmez. Bazı ortamlarda zıtların çıkarlarının örtüştüğü durumlar olabilir; her kim ki, Ortadoğu da siyasi bir adın atsa emperyalist politikayla karşılaşacaktır. ancak bu oyunda, halka dayanan ve bu gücünü doğru yönlendiren kazanır.
***
Öcalan’ın “Silahlar sussun” çağrısı Kandil’in “Ateş kes” ilanıyla tek taraflı yürürlüğe girmiştir. Ancak Tayyip, buna razı değildir. O’nun dayatması, silah bırakılmasıdır. Silah bırakmakla ateş kes aynı şey değildir; barış anlaşmazlığı, daha baştan uc-vermiş gibidir. PKK’nın silah bırakıp bırakmayacağını süreç içinde göreceğiz. Irak Kürdistan’ı Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyareti, sınır dışına çekilecek gerillanın nasıl barınacağı konusu ve Türkiye’nin maddi desteğiyle ilgili olduğu kanısındayım.
***
“Akil insan heyeti” safsatası müzakere sürecinde, başta BDP’yi ve parlamentoyu devre dışı bırakmak, bu süreci toplumdan gizli yürütmek, konuya ilişkin sadece Tayyip’in açıklamalarını öne çıkarmak ve küresel güçlerin direktiflerini ve rolünü perde arkasında tutma planıdır. Tayyip’in belirleyeceği bu güdümlü heyet, yapacağı açıklamalarda Tayyip ve hükümet yanlısı olacağından, Kürt Halkını mümkün olan en az tavizle yetinmesini sağlamak üzere, Tayyip’in dinci dilini ve hükümetin sopalı elini güçlendirmeye hizmet edeceğinden kimse kuşku duymamalıdır.
***
Sayın Öcalan’ın mektubunda “Alevi” sözcüğünün geçmemesi, Tayyip’in isteği olduğu kanısındayım. Zira Tayyip Alevi-Kürt yakınlaşmasından rahatsız; bu yakınlaşma sonucu, daha büyük ve altından kalkamayacağı bir güçle karşı karşıya gelmek istemiyor. Zira Alevi-Kürt müttefikliğinin sınıf hareketine dönüşmesinden korkuyor hakim sınıflar. Bu olası ittifak gücü daha oluşmadan engelleyerek, kendi başına bir güç haline gelmiş Kürt Hareketini, sistemin zarar görmeyeceği bazı tavizlerle “bekle gör” sürecinde tutmak isteniyor. Alevilerin yapması gereken, Öcalan’a yarım ağız serzenişte bulunmak, başka güçlerden medet umma yerine, Aleviler kendilerinin, Kürt Hareketi gibi bir güç olabilmeleri yönünde kafa yormalılar diye düşünüyorum. PKK yapısı içinde yer alan Alevi kadrolar, Alevilik adına değil, Kürt Özgürlük Hareketi adına savaştıkları hatırlanmalı, Aleviler bundan kendilerine pay çıkarmamalıdır.
***
Kürt Özgürlük Hareketi grafiğinin en yüksek olduğu bu günlerde, Türkiye Sol-Sosyalist hareketi ve Alevi örgütlerinin Kürt Halkına koşulsuz destek verdiği bu ortamda, faşist rejime karşı muhalif güçlerin yoğunlaşarak birlikte hareket eğiliminin geliştiği bu evrede, Kürt Özgürlük hareketinin ülkede diğer toplumsal muhalefetle birlikte sınıf mücadelesine dönüşmesi ve kontrolden çıkması ihtimali, bölge üzerinde hesapları olan emperyalist güçleri ve işbirlikçilerini tedirgin ettiği, dolaysıyla bölgeye ilişkin planların devreye konduğu görülmektedir..

Bekir Özgür. 27. 03. 2013.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir